Kasım 2024’te yayımlanan “Tapu Sicilinde Arabuluculuk Uygulamaları” genelgesiyle arabuluculuk uygulamalarının kapsamı genişletilmiş, tapu devirleri de arabuluculuk süreçlerine dahil edilmişti. Bu genelge ile birlikte kadınların eşit miras hakkının kaldırıldığına dair başlıklar gündeme gelmişti. Kadınların sahip olduğu miras hakkı başta anayasal bir hak olmakla birlikte Medeni Kanun ile de güvence altına alınmış bir hak. Bir genelge ile ortadan kaldırılamayacağı gibi kısıtlanamaz nitelikte. Ancak elbette söz konusu genelge ile başlayan arabuluculuk süreçlerinde yine kadının patriyarka karşısında mağdur edildiğini görüyoruz. Özellikle miras kalan malların paylaşımı bakımından yürütülen arabuluculuk süreçlerinde ileri yaşta, okuryazar olmayan veya ekonomik bağımlılığı bulunan kadınlar yeterince bilgilendirilmeden arabuluculuğa katılmak ve anlaşmalara imza atmak zorunda kalıyor.
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi’nin açıklamasına göre, “Kadın mirasçılar, sürece dair yeterli bilgiye sahip olmadan, hukuki destekten yoksun şekilde baskı altında arabuluculuğa yönlendiriliyor. … Ekonomik, hukuki ve bilgi açısından dezavantajlı durumda olması, arabuluculuk sürecinde haklarını kaybetmelerine neden oluyor.” Yani bu durum patriyarkanın kadınlar üzerindeki ekonomik şiddetinin başka bir yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar baskı altında imzalamak zorunda kaldıkları arabuluculuk tutanakları ile haklarından “yasal” olarak patriyarka lehine vazgeçmiş oluyor. Bu haliyle patriyarkanın miras hakkı başta olmak üzere kadın üzerindeki ekonomik şiddet temelli baskısı görünmez hale gelmiş oluyor.
Bu düzenlemenin “Aile Yılı” ilan edilen bir dönemde hayata geçirilmesi de elbette tesadüf değil. Kadınların yıllardır verdiği hak ve özgürlük mücadelesi yok sayılıyor, kazanımlara göz dikiliyor. Kadını yalnızca aile içinde tanımlayanlar, ancak anne olmakla “tamamlanmış” görenler; kadının susması, hayatından ödün vermesi ve “fedakâr” eş, anne ya da abla/kardeş rolünü üstlenmesiyle “aile”nin korunabileceği fikrinden yola çıkarak baskı politikalarına hız veriyor.
Biz biliyoruz ki bu düzenleme, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sürdüğü koşullarda şiddeti ve baskıyı artıracak, kadınların üstündeki tahakkümü daha da derinleştirecek. “Kocan sana bakar” gibi kalıplarla kadınlar psikolojik ve duygusal şiddete maruz bırakılıp; yasal olarak sahip oldukları miras hakkına dahi erişmekte zorlanacaklar.
Patriyarkal kapitalist düzende kadınlar, zaten hayatın her alanında fedakârlık yapmaya bir şekilde mecbur bırakılıyor. Yoksulluğun arttığı dönemlerde ilk işten çıkarılan onlar oluyor. Hasta, yaşlı ve çocuk bakımı ile birlikte ev içinde harcanan ve görünmeyen emek kadınların omuzlarında birikiyor. Tüm bunların yanında şimdi de yayımlanan bir genelge ile hukuka da aykırı davranılarak kadınların mirasta “fedakâr” davranmaya zorlanmasının önü açılıyor. Bu durumun önüne geçmek için arabuluculuk sürecinde kadınlara hukuki destek sağlanarak imza atacakları işlemin hukuki anlam ve sonuçlarının anlaşılır şekilde açıklanması, bu konudaki hakları bakımından yol gösterilmesi, arabulucunun toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeterek arabuluculuk ilkelerine uygun davranış sergilemesi elzem. Elbette bu durum da etkin bir denetim sistemi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan yasal düzenlemeler ile mümkün.
Her koşulda eşitlik talebimizi dile getireceğiz!
İktidarın bedenimize, emeğimize ve kimliğimize yönelik çok katmanlı saldırı politikalarının artarak süreceğini biliyoruz. Ancak bizler, bu baskı dalgası karşısında sessiz kalmayacağız. Tam da bu nedenle mücadelemize dört elle sarılmalı, gelecek her yeni saldırıya karşı örgütlü ve yan yana durarak cevap verebilmeliyiz. Hukuksuzluğa, baskıya ve sömürüye karşı sesimizi yükseltmeli; kararlılığımızı sürdürerek dayanışmayı her geçen gün daha da büyütmeliyiz.