AKP iktidarı yıllardır kadınların ve lgbti+ların yaşamlarına doğrudan müdahale eden politikalarıyla da iktidarını sürdürüyor. Bugün Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği yalnızca toplumsal bir sorun değil, doğrudan devlet politikalarıyla beslenen, kurumsallaştırılan bir gerçeklik haline gelmiş durumda.
Kadınların kazanılmış hakları birer birer gasp edilirken, iktidar cephesinden yükselen “aile” vurgusu, kadınları yalnızca anneliğe ve ev içi emeğe hapseden bir ideolojik saldırının parçası. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı bunun en somut örneğiydi: Kadına yönelik şiddeti önleme yükümlülüğünden geri adım atmak, erkek şiddetini fiilen korumak anlamına geliyor. Lgbti+lara yönelik nefret dili ise artık devletin resmi söylemine dönüşmüş durumda. Onur Yürüyüşleri yıllardır polis şiddetiyle yasaklanıyor, lgbti+ hareketi hedef gösteriliyor, bireylerin yaşam hakkı tehdit ediliyor.
Altı kadının bir araya gelerek oluşturduğu müzik ve dans grubu olan Manifest’in son zamanlarda yaşadıkları, bu tabloyu bir kez daha gözler önüne serdi. İstanbul’daki bir konserlerinde sergiledikleri performans, iktidarın ve yargının radarına girdi. “Teşhircilik” ve “hayasızca hareketler” gibi muğlak suçlamalarla soruşturma başlatıldı. Grup üyelerine yurtdışı yasağı konuldu, konser turneleri iptal edildi, görüntülere erişim engeli getirildi. Manifest’e yönelik saldırılar, kadınlara ve lgbti+lara yönelen baskıların yalnızca bir parçası. Bugün yasaklanan bir konser, yarın susturulmak istenen bir kadın örgütü, ertesi gün kriminalize edilen bir grev olabilir. Çünkü bu saldırılar aynı kökten besleniyor: patriyarkal kapitalist düzen.
Rejimin gündemi, bizim gündemimiz
Mevcut rejim, kadınlara ve lgbti+lara yönelik saldırıları, baskıyı gündeme almak yerine baskı ve şiddet alanlarının genişletilmesi konusunda pek çok girişimde bulunuyor. Öyle ki ilan edilen “Aile Yılı” kapsamında Cumhurbaşkanı kararı ile yürürlüğe giren düzenlemede “Evlenecek Gençlerin Desteklenmesi Projesi” Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından hayata geçirildi. Proje; yeni evlenecek gençlerin ekonomik, psikolojik ve sosyal desteklerle evliliklerini “daha sağlam” temeller üzerine kurmalarını ve gençlerin evliliğe teşvik edilmesini amaçlıyor. İktidarın gündemi hane içindeki şiddet oranları, kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik girişimlerde bulunmak değil, “hane içinde olan hane içinde kalsın” temennisi ile kadına yönelik şiddeti aile içinde meşrulaştırmak.
Bugün hâlâ bir erkek, hakkında 3 kere uzaklaştırma kararı verilmiş olmasına rağmen, boşanmış olduğu kadını, bir poşet içine koyduğu pompalı tüfek ile elini kolunu sallaya sallaya güpegündüz hastane koridorunda katledebiliyor. Kadına yönelik şiddet ve buna bağlı olarak gerçekleşen kadın cinayetleri önlenebilir. Bu durum sadece kanunların yetersizliği ile açıklanamaz, idari ve adli birimler dahil olmak üzere her türlü mekanizmanın kadına yönelik şiddet ile mücadele konusunda etkin kullanılması şart. Ancak iktidar, kendi çıkarları ile ters düştüğü için bu mekanizmaların işletilmesini pek de istemiyor. Çünkü kadınların özgürleşmesi, görünür olması erkek egemen anlayışı aşındıracağı için mevcut rejim de kadınları destekleyecek herhangi bir girişimde bulunmaktan uzak durmak zorunda. Kapitalist patriyarka, ucuz kadın emeğine dayanıyor. Ev içi görünmeyen emek, kadınların düşük ücretli işlere sıkıştırılması ve güvencesizleştirilmesi, sermayenin çıkarlarıyla doğrudan bağlantılı. İktidarın “aileyi koruma” bahanesiyle kadınları eve kapatmaya çalışması, aslında sermayeye daha ucuz işgücü ve daha fazla denetim sağlamaktan başka bir şey değil. Bu nedenle kadına yönelik her türlü şiddet politiktir!