On binlerce kişinin canına mal olan, 100 bini aşkın kişinin yaralandığı, milyonlarca insanı etkileyen depremin üzerinden haftalar geçti, ancak yaralar hâlâ sarılabilmiş değil! Tıpkı pandemide olduğu gibi bu zor koşullar en çok kadınlar, çocuklar, lgbti+lar, engelliler ve göçmenler gibi toplumun görünmez kılınmış kesimlerini etkiliyor. Doğal afetin cinsiyeti olur mu demeyin, gayet de oluyor. Başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere tüm yetkililerin kadın ve lgbti+ örgütleri ile birlikte merkezi bir koordinasyon oluşturması ve toplumsal cinsiyet bakış açısıyla planlama yapması hayati önemde.
Çocuklarımız sahipsiz değil!
Deprem sonrası hiçbir kaynağını seferber etmeyen, var olan yardımların da dağıtılmasını engelleyen iktidar aygıtları, depremzede çocuklara psikolojik destek sağlamak, kreş çadırları kurmak yerine Kuran kursu çadırları açmayı tercih ediyor. Üstelik üniversiteli gençleri yurtlarından kovarak onların da eğitim hakkını gasp ediyor. Diyanet, internet sitesinde “evlat edinilen depremzede çocukla evlenme engeli yoktur” diyerek Medeni Kanunu çiğniyor, alenen istismara teşvik ediyor, suç işliyor. Çocukların çıkaramadığı ses olmak, yeniden ve yeniden istismarının önüne geçmek için örgütlü olmamız şart.
Ayrımcılık ve nefret, eşitsizliği derinleştiriyor
Deprem sonrası az sayıda çadır da ailelere dağıtılıyor, bu nedenle lgbti+lar ayrımcılığa uğrama korkusuyla çadır kentlere gitmeye çekiniyorlar. Saray rejiminin ayrımcı ve nefret söylemlerini teşvik etmesi lubunyaları daha da korunaksız hale getiriyor, kimliklerini gizlemelerine veya en temel yardımlara muhtaç şekilde hayatta kalmaya çalışmalarına sebep oluyor. İhtiyaçları ikincil görülen, şiddetle ve tacizle karşı karşıya kalan lubunyalarla dayanışmamız elzem.
Kadınlar, bakım yükü ve şiddet kıskacında
Kadınlar, çocukları beslemek ve yaşlılara bakmanın yanı sıra yaralananların, sakat kalanların da sorumluluğunu üstlenmek zorunda bırakılıyor. Çaresiz durumdaki depremzede kadınlar şiddet gördükleri erkeklerin evine dönmek ya da onlarla aynı çadırı paylaşmak zorunda kalıyorlar.
Devletin tüm bu kesimlerin şiddetten korunması için önlem alması gerekiyor. Devletin bunu yapmadığı noktada sorumluluğunun teşhir edilmesi ve dayanışmanın bizler tarafından örülmesi şart. İhmal, kasıt, baskı, şiddet, yalan dolan, hepsi bir arada! Ne yapmalıyız? Geçit vermemeliyiz; ısrarlı ve kararlı bir şekilde örgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz. Bu yıl 8 Mart’a giderken tüm gayemiz kız kardeşlerimizle dayanışma köprüleri kurmak, görevimiz onların çıkaramadığı ses olmak!
İllüstrasyon: Isabel Lunes