Polonez fabrikasında fazla mesai, düşük maaşlar, kötü çalışma koşulları ve kadın işçilere yönelik aşağılayıcı tavırlar sebebiyle Tekgıda-İş Sendikası’na üye olmaya karar veren işçiler, bir gecede 360 işçinin yaklaşık 280’ini örgütlemiş, akabinde 13 kişi işten atılmıştı. Fabrika içinde iş yavaşlatma-iş durdurma eylemleri sürerken 100’ün üzerinde işçi daha işten atılmış, fabrika önünde direnişe başlamıştı. Çoğunluğu kadınlardan oluşan Polonez direnişi 80 günü doldurdu.
Polonez işçileri sendikalaşma mücadelesinde yalnızca patrona karşı değil, aynı zamanda devlete ve onun kolluk kuvvetlerine karşı da direniyor. Aylardır işe gider gibi direniş alanına gelen, gerektiğinde taşın üstünde sabahlayan, kaymakamın karşısına dikilen kadınlar mücadelenin başını çekiyor. Polonez direnişçisi Gülhan, Şerife ve Sevilay ile konuştuk…
Öncelikle biraz kendinizden ve süreçten bahseder misiniz?
Sevilay: İsmim Sevilay. 10 yıldır Polonez fabrikasında çalışıyorum. Eşimle beraber sendikaya üye olduğumuz için işten atıldık. Gecenin bir yarısı bir SMS’le işimize son verildi. Biz sonuna kadar da arayacağız hakkımızı. Mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Çünkü 17 bin lira bize verilen bir ücret, vergiler dahil. Biz bununla çocuk okutacağız. Geçinemiyoruz, bu yüzden direnişimize devam edeceğiz. Yani bizim suçumuz sadece hakkımızı aramak. Hani kötü bir şey yapmıyoruz biz sonuçta. Çalmadık, çırpmadık. Hiç de vazgeçmeye niyetimiz yok.
Gülhan: Merhaba, ben Gülhan. Beş yıldır Polonez fabrikasında makine operatörü olarak çalışıyordum. Bugüne kadar biz bir aileydik güya Polonez’de. Hakkımızı aradığımız için, sendikaya üye olduğumuz için bu aile bir gecede bozuldu. Bir SMS’le kapı önüne koyulduk. Çok emeğimiz var Polonez fabrikasında. Onlar da biliyor. Bildikleri halde bizi hâlâ bu kapıda tutuyorlar. İçeri almıyorlar. Biz direnişimize devam edeceğiz. Yılmadan. Yağmur da yağsa, kar da yağsa biz buradayız. Bilmiyorlar ki kadının gücü daha fazla. Yani üreten kadın asla bıkmadan, yorulmadan, yenilmeden devam eder. Biz de burada çoğunlukla kadınız yani. Hiçbir zaman yılmayacağız, devam edeceğiz ve hakkımızı alacağız. Hayırlısıyla da içeri gireceğiz. Aynı kadınlar aynı üretime devam edecek.
Şerife: Ben Şerife, beş yıldır Polonez’de çalışıyordum. İçeride çok mobbing vardı. Bir gece SMS’le atıldık, sendikaya üye olduk diye, hakkımızı aradık diye. Anayasal hakkımızı kullanmak istedik. İnsanca yaşamak istedik. Bu yüzden de kapı önüne koyulduk bir gecede. Biz kadınlar olarak içeriye ailemizle birlikte girip çalışmak istiyoruz.
“Sendikaya üye olmaya bir gecede karar verirken sonunu düşünmedik bile hiç. O kadar mobbing vardı ki hiçbir şekilde tereddüt oluşmadı. Hak aramak daha iyi boyun bükmektense.”
Sendikaya üye olmaya nasıl karar verdiniz? Direnişe başlamadan önce kadınlar olarak çekinceleriniz, kaygılarınız var mıydı? Bazen evde kocalar sorun çıkarabiliyor…
Gülhan: Biz paketleme bölümünde çoğunluk kadın olarak çalışıyoruz. 3-5 tane erkek vardı içimizde. Yani erkeklerin yaptığı işi bile biz yapıyorduk. Kadının gücünü zaten orada görüyorlardı. Yani erkeğin yaptığı işi bir kadın yapıyorsa dışarıda da yorulmadan, bıkmadan biz burada da devam ederiz. İçeriye girdiğimiz zaman da devam edeceğiz. Hani kadın olmak bir sorun değil. Eşlerimizi bir şekilde yoluna koyuyoruz da Polonez’i yoluna koyamadık bir türlü. Onun da zamanı gelince o da yoluna girecek inşallah. Tekrardan üretmeye devam edeceğiz.
Şerife: Biz zaten baskı-mobbing olduğu için, aşağılandığımız için sendikalı olmak istedik. Mesela isimle ortaya çekilip “Bu pazar niye gelmedin?” diye hesap soruluyordu bizden. “Pazar gelmediysen pazartesi de gelme,” deniyordu, hakaret ediliyordu. Biz bu sendikaya üye olmaya bir gecede karar verirken sonunu düşünmedik bile hiç. O kadar mobbing vardı ki hiçbir şekilde tereddüt oluşmadı bizde. Hak aramak daha iyi bence boyun bükmektense.
“Bir çay molasını bile bize çok gördüler. Bizim suçumuz neydi? Biz sürekli çalışalım; lavaboya, su içmeye, bir ihtiyacımızı gidermeye çıkamayalım…”
Peki çalışırken içeride erkek işçilerden farklı olarak yaşadığınız sorunlar var mıydı? Mesela bazı işyerlerinde tuvalete gidilmesini bile sorun ediyorlar…
Şerife: Tabii ki var. Olmaz mı? 5 dakika lavabo süresi veriyorlardı bize. 5 dakika içinde işe dönmezsen bir de hakaret edip “Malak gibi yukarıda mı duruyorsunuz?” denilen arkadaşlarımız vardı. Bir kadının özel durumları oluyor mesela, o durumlarda uzun sürebiliyor işleri. Biz zaten en alt kattayız, 5 dakikada koşa koşa merdiven çıkıp koridordan, üretimden geçip öyle lavaboya ulaşıyoruz. Zaten bizim yolumuz 5 dakika sürüyor.
Gülhan: Ki bu fason firma gelene kadar bize 5 dakika mühlet veren fabrika, fasoncular 15-20 otursa ses çıkarmıyordu. Bize aşağı indiğimizde hakaret, “Niye beş dakikadan fazla yukarıda duruyorsun?” diye, ama fasoncular hiçbir şey olmamış gibi elini kolunu sallayarak inebilir. Fasoncu ya, hiçbir sorumluluğu yok ya, basar gider ya, o mantıkla… Biz gidemiyoruz, onlar istediği zaman gidebilir diye onlara hiçbir baskı yoktu. Bize soğuk havalarda bir çayı çok gören ustalarımız şimdi onları çaya bile çıkarıyor.
Şerife: Öğlenci olduğumuz, 3-11 çalıştığımız zaman -6’da yemeğimizi yiyoruz biz normalde- bir saat mesaiye kalıyorduk servisler uymadığı için. 6’dan 12’ye kadar ağzımızdan bir lokma girmiyordu. Biz dedik ki “Bize en azından 15 dakika mola verin, çay molası, içimiz ısınsın.” Aşağısı o kadar soğuk ki, klimaların altında çalışıyorsun, dolaptan gelen ürünleri ellediğin için ellerin buz kesiyor. “Kendi kafanıza göre kurallar koymaya çalışmayın,” diye uyarılar aldık bu talebimizi ustalarımıza, şeflerimize bildirdiğimiz zaman. Zaten bizim normal ustalarımız da yanımızda. Şefler bunları yapanlar.
Sevilay: Bir çay molasını bile bize çok gördüler. Ama şimdi ne oldu? Biz dışarıdayız. İçeride çalışan gündelikçiler istedikleri gibi lavabo hakkı kullanabiliyorlar. İstedikleri gibi de çay, sigara molası yapabiliyorlar. Bizim suçumuz neydi? Biz sürekli çalışalım; lavaboya, su içmeye, bir ihtiyacımızı gidermeye çıkamayalım… Ama şimdi yani biz dışarıdayız? Şimdi bizden intikam alırmışçasına içeridekilere her şey serbest. Bizi bir de ayrıca Kod-46’dan attılar. Hırsızlık, yüz kızartıcı suçtan. 10 yıldır ben buraya emek vermişim. Bu fabrikayı ayakta tutan bizleriz. Biz olmasak bunlar hiç burada, patronlar bir hiç.
Kodu değiştirmeyi başardınız ama değil mi yanlış hatırlamıyorsam? O da çok önemli bir kazanımdı.
Şerife: Biz fabrika önünde durmaya devam ederken Çalışma Bakanlığı geldi, müfettişlerini yolladı, içeriyi teftiş etti. Bizden de 50-60 kişiyle konuştu. Bizi haklı buldukları için ceza yazdılar fabrikaya, 04 koduna öyle geçildi. Yoksa bunlara kalsa değiştirmezlerdi.
Önceki ziyaretlerden hatırladığım kadarıyla siz içerideyken gece vardiyasını bordroya normal vardiya gibi yansıtıyorlarmış. Onu da değiştirmişler galiba değil mi?
Şerife: Şu anda gece vardiyası kuramadıkları için. Ama bize mecburdu hani üretim tonaj yetişsin diye. Bizim 15-23 vardiyamızda mesela, 60 kişiysek 20-25 kişisini geceye yazıyordu. Yani 15-23 geliyor gözüküyorsun ama gece geliyorsun aslında. Görünürde gece vardiyası yoktu yani. Hani ben kolumu kırsam, başka bir şey olsa orada olduğumu ispatlayamam. Gece vardiyasının yıpranma payı da yoktu. Biz ki her ay mutlaka bir hafta gece vardiyasına geliyorduk dönüşümlü.
Gece vardiyasının da ekstra zorlukları var. Bir arkadaşınız, gece vardiyası çıkışı bir sonraki vardiyaya kadar sizi 1 saat dışarıda beklettiklerinden bahsetmişti.
Şerife: Evet, 7’de çıkıyorsun dışarıda servis bekliyorsun. Çünkü öbür servis üretimi alıyor. Üretim 8’de başlıyor bizim. O yüzden onlar gelene kadar biz dışarıda bekliyorduk. O da bordroya yansımıyordu.
Direnişin ilk gününden bugüne hayatınızda ne değişiklikler oldu? Özellikle evli, çocuklu olanlar için. Gerçi sizin eşiniz destekliyormuş ama bu her zaman olmayabiliyor. Hatta hatırlıyorum, bir abla bana demişti “Kocam istemiyor ama ben yine de geleceğim.”
Gülhan: Trakya’nın insanı böyle bir şey görmemiş bu Çatalca civarında. Kim sendikalı oldu desen, fabrikanın bir iki tanesi olmuştur, o da iki gün sürmüştür, olay bitmiştir. Yani bu çevre insanı zaten çok uzak, o yüzden de Çatalca civarından pek destek almıyoruz. Şunu söyleyeyim yani, benim köyümden kaç kişi gelmiştir? Toplasan iki üç kişi gelmiştir, başkasının köyünden de iki üç kişi gelmiştir. Çünkü bu çevredeki insanlar sendikalaşma, hak arama diye bir şey görmemişler. Her şeye boyun eğmişler. Bu içeridekiler bizim de boyun eğeceğimizi sandılar. Şoka uğradılar zaten, iki günde bunlar nasıl sendikalaştı, nasıl çıktı dışarı diye…
Eşime gelince, eşim başta dediğim gibi böyle şeyler uzak olduğu için, işte “Ne işin var, haksa boşver kalsın orada. Onlara haram olsun senin hakkın,” dedi. “Gitme, çoluğuna çocuğuna bak bundan sonra,” dedi. Ama bu mücadele hepimizin mücadelesi. Biz bu fabrikaya çok emek veren insanlarız. Biz orada yiyecek üretiyoruz, her şeyin dört dörtlük olması gerekiyor. Ama işte bir gecede bir SMS ile bütün emeğimizi göz ardı ederek çıkardılar bizi. “Bu bana bu kadar emek verdi. Yeri geldi usta yoktu makineyi sen çalıştırdın, yürüttün,” demediler. Yeri gelirdi gece vardiyalarında usta bulamazdık, makineyle biz ilgilenirdik. Çünkü bütün makineleri biliyorduk, öğrenmiştik yani. Ki bize eğitim verilen bir fabrika değil burası. Sen bir makineye geçiyorsun ama seni kendi haline bırakıyor, kendi çabalarınla öğreniyorsun. Benim makine, Multivac makinesi, en hızlı makine. Beni verdi oraya “Yapacaksın,” dedi. “Ben bilmiyorum, neyi yapacağım ben, bilgisayarlı makine sonuçta,” dedim, “Öğreneceksin” dedi bana, bu kadar. Hani bir ay eğitim verirsin, makineyi verirsin eline işçinin. Öyle bir şey yok yani. Bıçaklı makine, sen dikkat etmezsen yandın.
“Bütün erkekler diyor ki ‘Biz kadınlardan bu kadar cesaret beklemiyorduk, bizden daha cesaretliymiş kadınlar.'”
İş güvenliği tehdidi bu aslında…
Sevilay: Ben bir gece anahtarla bıçağı sökerken yanlışlıkla anahtar kaçtı, bıçak paslıymış, alnımı yardım. İçeri girdim ve bana dendi ki “Hastaneye gittiğin zaman iş kazası demeyeceksin. ‘Kendim yaptım, evde düştüm merdivenden, alnımı patlattım’ diyeceksin,” dediler. Ben de ne diyorum bu saatten sonra? Eğer ben dışarıdaysam, ben ekmek yemeyeceksem onlar da içeride ekmek yemeyecek. Bana ekmek yoksa onlara da ekmek yok. Eğer beni içeri almayacaksa ben de burada elimden geleni ardıma koymayacağım.
Şerife: Bence bastırılmak daha kötü bir şey. Yani şu anda özgürlüğümüze kavuştuk. Haklıyız ve onu savunuyoruz ya, o daha bir huzur veriyor insanlara. Çünkü sadece kendimizi değil, bütün işçi kesimini savunmuş oluyoruz biz burada. Oğlum da burada çalışıyordu benim. Oğlum benim dayanamadı mesailerine, pazar günlerine… Kız arkadaşı var, buluşamıyor. Parasına bakıyor, “Her gün buradayım, kazandığımız bir şey yok anne,” diyor. Şimdi ben oğlumu gene sokacağım buraya. Ama sendikalı olursa güle oynaya sokacağım. Çocuklarımıza da torunlarımıza da iyi bir örnek olacak bu eğer başarırsak, kazanırsak. Başka yolu yok. O yüzden severek isteyerek geliyoruz buraya. Hani evde işimiz de kalsa… Oğlum diyor bana geçenlerde -bizim bayramlarda yaptığımız bir pastamız var- “Anne,” diyor, “Ya yeter, pastanede bulsam mutlaka alacağım ama yok… Bir sürü pasta var. Ama o tat o lezzet yok. Yapsana anne.” E gece 10’da gidiyoruz bazen. Vakit olmuyor yani, o da yarım günlük iş mesela. Çocuklar o yönden biraz şikâyetçi. Ama yapacak bir şey yok. Biz seve seve geliyoruz. Çocuklarımızı da ihmal etsek geliyoruz. Yaptığımız mücadele haklı bir mücadele. Hepimize yarayacak bir mücadele. Bu fabrika kazanırsa yarın bir gün öbür fabrika da çıkmaya kalkacak cesaretlenip. Oradaki işçiler de yararlanmış olacak. Yani içime siniyor yaptığımız iş.
Sevilay: Bu mücadele bizim çocuklarımız için. Biz kendimizi geçtik hadi. Biz geleceğimiz için buradayız. Hani biz artık deriz ki ne olduk, ne olacağız ama evlatlarımız rahat yaşasın. Huzurlu şekilde yaşasınlar. Biz burada kardeş olduk, bir aile olduk. Gelen bütün partilerden de tüm destekçilerimizden de Allah razı olsun bizi yalnız bırakmadıkları için, bizi destekledikleri için. Sesimizi Türkiye duydu bizim. Duyurmaya da devam edeceğiz. Mücadelemize devam edeceğiz.
Şerife: Bütün erkekler diyor ki “Biz kadınlardan bu kadar cesaret beklemiyorduk, bizden daha cesaretliymiş kadınlar.” Üretim hattını fazla görmüyorduk, bir sigara molalarında bir de yemek aralarında, o da gelip geçerken yani muhabbetimiz yoktu. Ama şimdi herkes birbirini tanıyor. “Vay be,” diyorlar, “Biz kadınların böyle olduğunu keşke bilseydik daha önce başlardık.”
Buradaki elemanlar gibi de hiçbir fabrika eleman bulamaz. Bir palet fazla yapalım diye kendimizi yırtar öbür vardiyayla inatlaşırdık. Biz içeride de aile gibiydik. Birbirimize de kıyamadık. Bana yapılsaydı da arkadaşıma yapılmasaydı dediğimiz günler oldu yani. Birbirimizin gözlerine bakardık, ne demek istediğimizi anlardık, hani seslerden duyulmadığı zaman mesela. Ben ustamın “Şuraya geç” dediğini bilmem. Nerede iş var bilirdik. Nerede eksiklik var bilirdik, söylenmeden geçer başlardık. Zaten o yüzden hepimizin gücüne gitti. O yüzden bu kadar azmettik ve mücadeleyi devam ettirmeye çalışıyoruz. Yoksa herkes işine bakardı. Aman burası mı var bir tek? 17 bin lirayı ben orada da kazanırım, burada da kazanırım. Her yerde kazanırım. Ama mesele sendikalı olarak girebilmek arkadaşlarımızla birlikte, önemli olan o.
Gülhan: Ben çok işten çıkmaya karar verdim. Bir yıl boyunca çıkacağım dedim. “Burası bana göre değil. Sürekli haksızlık olan bir yer. Soğuğuna katlanamıyorum,” dedim. İnsanlarına katlanamıyorsun yeri geliyor. Yapıyorsun işini, en büyük ustamız diyeyim, hiçbir şey bulamasa bile gelip diyor ki “O peçete niye orada? O dezenfektan niye orada?” Psikolojik olarak çökertecek ya… Mobbing uyguluyor yani aklınca. Bir yıl boyunca çıkacağım demiştim gerçekten. Arkadaşım hep dedi, “Düzelir, düzelir, düzelir…”
(Gülüşmeler)
Şerife: Bu bana sonra söylendi. “Ben çıkacaktım sen beni niye engelledin?” diye…
Gülhan: En sonunda dedim “Bir gecede sendikalaşalım da, olmasa bile şanımız yürür, namımız yürür.”
“Anayasanın 51. maddesi diyor, sendikalı olabilir işçiler. Oraya bir tane de parantez açsınlar bence ‘İşten atılabilirsiniz,’ diye…”
Siz ilk sendikalı olanlardan mısınız?
Şerife: Biz hepimiz aynı gecede olduk. Hiç bilmiyorduk böyle bir şey, başımıza gelmedi. Grev duyardım ama peki ilgimi çekmezdi. İlgi alanım değildi demek ki. Benim eşim yüzde 80 engelli. Kaza geçirdik, felç oldu 2015’te. Hani onun mücadelesi, kafa dolu zaten, iki tane çocuk… O zamanlar liseye gidiyordu çocuklarım. Şu anda biri 23, biri 24 yaşında. Ben ne diyeyim sana, beş altı senedir televizyona bile bakan bir insan değilim. Grevdir, odur budur. Sendika… Burada tanıdık, burada öğrendik.
Gülhan: Televizyona bakınca diyorduk ki “Niye çıkıyor bu insanlar sokağa?” Ama işin içine girince öyle değilmiş. Ben çok beklerdim biliyor musunuz? Şimdi Çatalca bölgesi, sanayi bölgesi. Serbest bölge diye bir bölge var orada. Çok fabrikamız var. Burada da bir fabrika var ve çalışanlar var. Oradaki işçilerin gruplar halinde buraya gelmelerini çok isterdim. Sonuçta burada kimse nerede çalıştığını sormuyor. Kimlik sormuyor. Yarın öbür gün bizim de başımıza gelebilir diye buraya gelebilirlerdi. Çünkü bu civarda hiç sendikalı fabrika yok. Sen hangi fabrikada çalışıyor olursan ol. Sonuçta “Ben de bir işçiyim. Size desteğe geldim. Arkanızdayım,” diyebilirler. Bir gece olay oldu bizim burada. Birkaç arkadaşımızın kemiği falan kırıldı, kolu kırıldı o gece. Çok çağrı yaptı başkanımız Çatalca bölgesine. Ben çok isterdim fabrikalardan gelip eyleme destek olmalarını. Ama insan başına gelince öğreniyor, onların inşallah daha kolay bir şekilde başlarına gelsin. Bizimki gibi gelmesin.
Şerife: Mesela şimdi Çatalca’dan gelirken “Ne olacak ki sonuç? Sonuç ne olabilir ki?” dediler. “E baksanıza siz işinize,” diyen üç kişi denk geldi bana bugün bile. Yani “O kadar güzel bir yer miydi ki vazgeçemiyorsunuz?” diyenler bile oldu. Vazgeçme meselesi değil ki. Bütün işçi kesiminin meselesi aslında bu. Bunu anlayabilseler. Bakıyorum etrafta hiç patron yok. Hepsi işçi kesimi ki. Patron binde bir yani. Ama işçi kesimi her tarafta. Bugün işte şu poları aldım. Orada bile anlattım durumumuzu “Sen de bir işçisin,” dedim, “Sen dayanabilir misin böyle mobbinglere?” “Haklısınız abla ama sonunuz iyi değil,” dedi. “Size de yazık olur,” diyor. Görüş açısı çok farklı. Biz içindeyiz şu anda, biz biliyoruz. İnşallah herkes de anlar. Yarın birken bin oluruz. Önemli olan o. Birken bin olmak.
Gülhan: İşçiler susturuldukça patronlar sürekli para kazanacak bizim sırtımızdan.
Şerife: Biz düştükçe düşeceğiz, onlar yükseldikçe yükselecek yani.
Gülhan: 74 gün mü oldu bugün çıktık dışarı? Şu fabrikanın yaptığı masrafa, getirisine götürüsüne şöyle bir bakıyorsun, ona buna para yedirmesi, arkadan yol yapması, bu kadar özen göstermesi, dışarı karşı kendine kaleden duvar yapması. Yani bunlara ne gerek var? Sen benim hakkımı verseydin, arkadaşımın hakkını verseydin biz zaten orada topu topu 300 kişi çalışıyoruz, sana ne kadar vurgun yapabilir ki?
Gülhan: O küçük “aç-bitir”ler var ya 50 gram 60 gram, benim makinemde çıkıyordu onlar. Makine salam üretmiyordu. Para basıyordu. O kadar söyleyeyim. Öndeki kolileme operatörleri artık benden şikâyetçiydi yani. Birbirimizle bir de kapışıyorduk biliyor musunuz?
Şerife: Bir palette 580 koli var, yani tane değil. Bir kolide 12 tane var. Ve düşün 8 palete yakın malı çıkartıyorduk. Bir vardiyada. 8 saat boyunca.
Gülhan: Bak biz kankiyiz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. Ama şöyle bir şey var. Aşağıda birbirimizi tanımıyoruz. Sadece iş var bize.
Şerife: Bizim birbirimizi bir saat bile gördüğümüz olmaz aşağıda. Yemek molalarında birbirimize bakarız, hani makinelerimiz bir mi kapanıyor? Aynı anda çıkabilecek miyiz yemek molasına? Öyleydik. Biz ikimiz aynı gün girdik işe. O gün bugündür de beraberiz.
Gülhan: Keşke böyle olmasaydı ya. Hani sendika bu kadar kötü bir şey mi ya? Hâlâ anlam veremiyorum. Yani bir insanın hakkını aramasının bu kadar kötü bir şey olmaması gerekiyor. Bütün patronlar toplansın, gücü yetiyorsa kaldırsın bu anayasayı o zaman. İşçinin umudu olmasın.
Şerife: Koymasınlar ki biz de ona umut bağlamayalım.
Gülhan: Ya da o anayasa maddesinin altına parantez açsınlar “Eğer ki sendikaya üye olursanız sizi işten çıkarırız,” diye. Anayasanın 51. maddesi diyor, sendikalı olabilir işçiler. Oraya bir tane de parantez açsınlar bence “İşten atılabilirsiniz,” diye… Ve de “46. Koddan,” diye eklesinler bence. Sen sendikalı olacaksın ama, hani bunu göze alıyorsan…
Şerife: Bu işçinin hakkıdır diyorsun ve patron işçiyi işten çıkardığı zaman işçiyi savunamıyorsun. Böyle bir anayasa olmaz yani. Olmaması gerekiyor. Kaldıracaksın o zaman ya da ne bileyim koyduysan da patron işten çıkardığı zaman anayasanı uygulatacaksın.
Aksine yasalar patronların o kadar çok lehine ki işten çıkarmasında dert yok, sendikaya karşı çıkmasında dert yok. Yani kafaları rahat hakikaten… Sen çok haklı bir şekilde kinayeli söylüyorsun Gülhan ama anayasanın da hakikaten bizim, emekçilerin yararına değişmesi gerekiyor…
Gülhan: Evet… Ya emekçi, her şeyi üreten emekçi ya. Bunu bir işçi yaptı. Bu önlüğümüzü de bir işçi yaptı. Ayakkabımızı da bir işçi yaptı. Yani her şeyde bir işçinin emeği var. Bunu nasıl göz ardı edebiliyorlar? Ben anlayamıyorum. Bizim sendika başkanının hep söylediği bir şey var. “Biz fabrikanıza ortak olmak istemiyoruz.” Sanki biz onların fabrikasına ortak olmaya çalıştık… Bize vereceği sendikal hakkımız nedir yani? Bana diyor ki müdürümüz “Enflasyon bu sene çok yüksek, size 300’er lira zam yaptık.” Ben de dedim ki “Müdürüm, ben bütün gün ıslanıyorum, benim çalışma şartım ağır. Ben günde 2-3 ton mal atıyorum kadın halimle.”
Fiziksel olarak da yorucu bir iş yani…
Gülhan: Kollarım düşerdi artık yere. Bir de dönüyorsun ürün değiştikçe danadan, atıyorum, hindiye geçiyorsun. Makineyi komple yıkayacaksın. Kaç tur? Beş tur. İlk temizliğini, sonra köpüğünü, sonra yine bir durulama, sonra dezenfektan, yine bir durulama. Makineler bu şekilde yıkanıyor. Yine tekrardan makineni kurut, sonra tekrar o malları koy. Yani buna can dayanmaz. “300 lira zam yaptım,” dedi bana ya. “Yapmayın müdürüm,” dedim, “burada bir şey olsa bana, taksi tutsam 300 lira zaten…”
Şerife: Gene 16.900 TL almıştık. Arife günü mesaim de var içinde. Hiç gelmemişliğim yok, 16.900 TL aldım.
Gülhan: Bir kere de başıma ne geldi? Oturuyoruz böyle moladayız. Karşımızda da yevmiyeciler, pazar günü. 14-22 çalışıyorduk. Sabah da 5.30’da kalkıp buraya işe geleceğiz. Karşımda demez mi “Ben 1500 liraya geliyorum, ayda dört pazar çalışsam 6 bin,” dedi. Ben dört pazar çalışıyorum, toplamda 17-18 bini zor görüyorum. Var ya, dedim, ben burada niye duruyorum ya? Bu haksızlık değil mi? Ben senin kadrolu işçinim, kalifiye elemanınım. Bana 1500 lirayı layık görmeyeceksin… Öyle bir zoruma gitti ki o gün. Lanet olsun dedim yani. Biz bir göz kalemi sürsek laf söylerlerdi, şimdi fasoncular makyajla geliyor. O şekilde üretime girecekler… Nerede hijyen? Biz burada fasonları içeri sokmayalım dedik. Şurada yolu kapattık ilk zaman. Ondan sonra da bir güzel biber gazı falan yedik zaten. “Gidin mahkemelerde anlatın, gidin patronlarımızla konuşun. Bizimle ne alakası var?” dediler. Sen de işçisin ya…
Ağzınıza sağlık çok teşekkür ederim. Siz bu mücadelenin başını çeken kadınlar olarak hem umut hem ilham veriyorsunuz. O yüzden buraya gelip sizi dinlemek, sizinle vakit geçirmek bizim için de çok kıymetli.