Esas soruyla başlayalım: Cinsel ve toplumsal cinsiyet temelli olarak marjinalleştirilmiş grupların görünürlüğünün ve özgürlüğünün kutlandığı bir platform olan Onur Yürüyüşü, nasıl olur da kendi alanında “baskıyı” yeniden üretebilen bir yapıya dönüşür? Günümüzde bazı ülkelerde Pride (Onur) etkinlikleri, bir zamanlar karşı durduğu yapıları sıklıkla yansıtır hale geldi: Polisler gökkuşağı bayraklarının altında yürüyor, çokuluslu markalar protesto sloganlarını ticari ürüne dönüştürüyor, kurumsal vitrinler tabandan gelen sesleri gölgede bırakıyor. Anaakım Onur etkinlikleri iktidarı sarsmak yerine onu pekiştirebiliyor; üstelik “hoşgörü” gösterisiyle altta yatan şiddet, dışlama ve metalaştırma sistemlerine hiç dokunmadan.
Radikal kökeninde Onur, devlet şiddetine, özellikle de polis şiddetine doğrudan bir başkaldırıydı. Lgbti+ toplulukları baskınlara, tutuklamalara ve varlıklarının kriminalize edilmesine karşı ayaklanmıştı. Gözetleme, hapis ve şiddet yoluyla kısıtlayıcı normlar dayatan polis her zaman bir baskı aracı olageldi. Dolayısıyla Onur etkinliklerinde polislerin yer alması ilerlemenin ya da dayanışmanın simgesi değildir; aksine aynı baskıcı güçlerin hâlâ sokaklarımızda devriye gezdiğini, bedenlerimiz üzerinde hâlâ söz sahibi iddia ettiğini ve özgürlüğümüzün sınırlarını çizmeye devam ettiğini gösterir.
Son yıllarda birçok şirket; ilke gereği değil ama siyasi tepkiler, ticari hesaplar veya tartışma konusu olma korkusuyla açıktan Onur kampanyaları yapmayı azalttı. Bir zamanlar markaların ilerici görünmek adına kuir sembollerle kendilerini süslediği “gökkuşağı kapitalizmi” yerini stratejik sessizliğe veya seçici kapsayıcılığa bıraktı. Bu geri çekilme, kurumsal ittifakın boş özünü ortaya koymakta: Destek koşulludur ve kâr veya kamu imajı söz konusu olduğunda kolayca geri çekilebilir. Lgbti+ topluluklarının devam eden mücadelelerine odaklanmayan şirketler, sözde kapsayıcılıklarının dönüşüm amaçlı değil ticari olduğunu göstermiştir. Marjinalleştirilmiş kesimler için anlamlı desteğin yokluğu, onların savunmasızlığını daha da derinleştiriyor. Bu yeni aşamada tehlike sadece metalaştırma değil yok sayılma. Lgbti+ topluluklarının yapması gereken; kurumsal pazarlama için sterilize edilmek değil, gerçek direnişe ve radikal dayanışmaya dayanan kendi anlatılarını geri kazanmaktır.
Pembe yıkama (pinkwashing), ihaneti daha da derinleştiriyor. Devletler ve şirketler, başka yerlerde insan hakları ihlallerini sürdürürken lgbti+ haklarını seçici biçimde öne çıkararak itibarlarını aklamaya çalışıyorlar. İster sınırlarında zalimce uygulamalara başvururken lgbti+ dostu turizmiyle övünen bir ülke, ister bir pazarda Onur Ayı’nı kutlarken başka bir pazarda kuir ifadeleri sansürleyen bir marka olsun, pembe yıkama daha geniş ölçekte adaletsizliklerin üstünü örtmek için mücadelemizi araçsallaştırıyor. Bu durum, onurlu yaşam talebimizi bir halkla ilişkiler aracına dönüştürüyor ve kuir kimliğimizi kelimenin tam anlamıyla ticarileştiriyor.
Gerçek Onur, radikal mücadeleci köklerine dönmelidir. İktidar yapıları içinde rahatça kendini sergileme davetini kabul etmek yerine bu yapıların yıkılmasında ısrar etmelidir. Lgbti+ların özgürleşmesi ırksal adaletten, ekonomik adaletten, sömürgecilik karşıtı mücadeleden ve polis ile hapishanelerin ortadan kaldırılmasından ayrı düşünülemez. Sömürüye ve dışlamaya dayalı bir sisteme dahil olmayı alkışlamamalıyız. Kendimize sormalıyız: Neye dahil oluyoruz? Eğer dahil olacağımız dünya yükselen faşizm, ekolojik yıkım ve derinleşen eşitsizliklerle doluysa, o zaman bu daveti, kolektif mücadeleyle yeniden şekillendirilene kadar reddetmeliyiz.
Onur Ayı’nın ticarileştirildiği ülkelerde Onur’u gerçek bir özgürleşme alanına dönüştürmek için organizatörlerin ve katılımcıların en marjinalleştirilmiş grupları merkeze alması gerekir. Translar öncülük etmelidir. Göçmen ve belgesiz kuirler, seks işçileri, kriminalize edilmiş ve gözetim altında yaşayanlar yalnızca görünür kılınmamalı, aynı zamanda gündemi belirleme gücüne sahip olmalıdır. Polis ve asker Onur etkinliklerine kabul edilmemeli; kurumsal sponsorluklar yerine topluluğun kendi kaynaklarıyla fonlanan girişimler desteklenmelidir. Yürüyüş rotası bile yeniden tasarlanmalı; hapishaneler, göçmen gözaltı merkezleri, lüks şirketlerin genel merkezleri, sömürgeciliği temsil eden anıtlar gibi devlet şiddetiyle özdeşleşmiş alanların önünden geçmelidir.
Onur’u geri kazanmak, kutlamanın ötesine geçen doğrudan eylemler gibi protesto biçimlerini yeniden canlandırmak anlamına gelir. Haziran ayını, kalıcı hale gelecek dayanışma grupları ve hukuki destek ağları gibi siyasi altyapılar kurmak için değerlendirmek anlamına gelir. Onur, tek bir günlük parti ya da bir markanın değerini kanıtlama aracı değildir. Onur isyanın sürekliliğidir; asimilasyonun ve ikameciliğin reddidir. Susturulanların seslerini yükseltme ve devlet şiddeti ile kurumsal şiddete karşı dayanışma içinde kendi gücümüzü inşa etme zamanıdır. Onur’u yeniden protestoya dönüştürmedikçe özgürlük yalnızca görünür kalır ancak gerçeğe dönüşemez.