Türkiye’de neredeyse haftada bir “kan donduran” istismar haberiyle karşılaşıyoruz. Bu haberler öylesine infial yaratıyor ki, bazen istismarın detayları karşısında Aile Bakanının bile şoke olduğuna, milletvekillerinin dahi sosyal medya kampanyalarına katıldığına şahit oluyoruz. O güne kadar erkek egemen kültürle bir sorunu olmayan spor kulüplerinin, iktidarla iyi geçinen pek çok derneğin de bu davalara karşı beyanlarını okuyoruz. Elmalı davasında aileleri tarafından istismara uğrayan çocukların çizimlerini hatırlayalım ya da Musa Orhan’ı ve tabii yeterince korkunç olmadığı için(!) gündemimize hiç giremeyen istismarları düşünelim…
Tüm bu toplumsal tepkilere rağmen istismarcılar neden tutuklanmıyor? Oysa istismara uğrayan çocuklar başlarına geleni yazarak, çizerek anlatıyorlar. Musa Orhan tarafından cinsel saldırıya uğrayan İpek Er, hayatını sonlandırmadan önce tüm olayı detaylarıyla anlatan bir mektup bırakıyor. Yine de bu deliller faillerin tutuklanmasına yetmiyor ve infialler hızlıca gündemden kalkıyor veya bir başka “kan donduran” olayla tedavül oluyor.
İstismarcılar tutuklanmıyor çünkü cinsel istismar suçlarında istismarcının cezalandırılabilmesi için makul/kuvvetli şüphe yeterli sayılmıyor, “somut delil” aranıyor. Uzun süredir herhangi bir yasal zemini olmamasına karşın fiiliyatta kural haline gelmiş bu uygulama, geçtiğimiz ay 4. Yargı Paketi’yle yasalaştı. Bu paketle cinsel istismar, kasten öldürme gibi “katalog suçlar”da tutuklama için “somut delil” şartı getirildi. Başka bir deyişle, kadın veya çocuk eğer istismar yaşadığına ilişkin somut bir delil getiremezse şüpheli asla tutuklanmıyor, hatta beraat ediyor. Örnekle açıklayalım: Varsayalım şiddete uğradınız, bunun delilini de yaratıp getirmeniz gerekiyor, çünkü savcılıklar ve karakollarda size uğradığınız şiddetin, cinsel istismarın belgesini soracaklar. Vücudunuzda bir iz varsa şanslı sayılıyorsunuz! Bu izi hemen delilleştirmeniz için sağlık kuruluşuna başvurmanız gerekiyor. Cinsel şiddetin örseleyiciliğine bir de tıbbi belgeleme sürecinin örseleyiciliği ekleniyor. Çünkü ne sağlık çalışanları ne de hekimler nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini biliyorlar. Mağdurlar, kolluk ve yargı aşamalarına gelene kadar bu basamağı aşamayacakları için kendilerine inanılmayacağı kaygısıyla adalet arayışına girmekten vazgeçiyorlar ya da zaten belge sorularak kapıdan döndürülüyorlar. Nihayetinde istismarcı değil ama mağdur cezalandırılmış oluyor. Pek çok aile “çocuğuna sahip çıkmadığı” için suçlanabiliyor. Kadınlar nasıl giyindikleri, nasıl davrandıkları üzerinden damgalanıyorlar.
Somut delil şartı kimin işine yarıyor?
Somut delil ne demek, bunu ne tıpçılar ne de hukukçular biliyor. İstismar davalarının kaderi hâkimlerin yorumuna terk ediliyor. Bu hem hukuk güvenliği için büyük bir kayıp hem de kadınların 6284 ile kazanımlarına önemli bir saldırı niteliği taşıyor. Zira cinsel saldırı ve istismar suçlarında suçların doğası gereği genelde somut delil bulunmuyor. Kadına yönelik suçlarda en büyük delil kadının beyanıdır. Cinsel istismar suçu için yazılı gerekçenin ötesinde “somut delil şartı” aramak, istismarcıların tutuklanmasını daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu hükümle aslında 6284 sayılı kanunda mağdurun beyanı hakkındaki “delil ve belge aranmaz” hükmü de çiğnenmiş oluyor.
4. Yargı Paketi denen torbadan neden şimdi böyle bir şey çıktı diye soranlara, iktidarın 2016 yılından beri cinsel istismarcılara af getirme çabasını hatırlatalım. Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından Meclise sunulan önerge ile cinsel istismar suçunda, mağdurla failin evlenmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması teklif edilmiş ve teklif hemen her torba yasanın içine sokulmuştu. Şekil değiştiren bu teklifi “somut delil şartı”nda görmek mümkün.
Bizim infiallere değil, istismarın “kan donduran” detaylarına değil; cezasızlığın giderek arttığı bu vaziyette istismarcıların cezalandırılmasını engelleyen cinsiyetçi kriterlerin lağvedilmesine ihtiyacımız var. Kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin olarak bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nde ısrar etmeye ihtiyacımız var. 6284’ün altının oyulmaması için, şiddetle mücadele için, o şiddetin çoğu zaman tek tanığının, mağduru olan kadının beyanının esas alınması için iktidarın kirli ajandasına dur dememiz gerekiyor.